Bakış: Edebiyatın gelişimini, incelenen
dönemin siyasi, sosyal ve kültürel değişimlerinden bağımsız olarak ele almak
elde değildir. Söz konusu dönemde yaşanan siyasi, sosyal ve kültürel değişimler
edebiyatı şekil ve içerik bakımından biçimlendirmiştir. Bu yazıda edebiyatın
hemen her döneminde önemli bir figür olarak ortaya çıkan kadın imgesinin
Felatun Bey İle Rakım Efendi adlı romandaki yerini ele alacağız.
Anahtar
kavramlar: Tanzimat, kadın, roman, kimlik arayışı, kimlik bunalımı
Tanzimat Dönemi, Osmanlı İmparatorluğu’nda
1839-1876 yılları arasındaki zaman dilimine verilen addır. Bu dönemin, 1876’da 2. Abdülhamit’in tahta
çıkmasıyla birlikte sona erdiği kabul edilir. 1839’da Gülhane Parkı’nda okunan
bildiri; Osmanlı toplumunda siyasi, sosyal, kültürel bağlam ve anlamda
değişikliklere ve arayışlara yol açmıştır. Edebiyat da bu değişim ve
arayışlardan payını almıştır. 1868’de Fransızca eğitim veren Galatasaray
Sultanisi’nin açılması birçok alanın yanı sıra edebiyat alanında da kendini
gösterecek olan Fransız kökenli yansıma ve taklitlerin önünün açılmasının adeta
işaret fişeğiydi. Tarihsel süreçte kavramlar tek başına ne olumlu ne de olumsuz
anlamda değerlendirilmelidir. Değişim kavramını da bu açıdan ele almak gerekir.
Yazı ilerledikçe ele alacağımız değişim kavramı ve gerçekliği salt olumlu anlam
taşımamaktadır.
Tanzimat Edebiyatı’nda kadın imgesi,
tartışılan, sorgulanan, kimi zaman kaçınılan ya da korkulan imgeyi temsil eder.
Bu dönemde kadın; hapsedildiği kadar gün yüzüne çıkarılmış, övüldüğü kadar
yerilmiş; göz ardı edildiği kadar da vurgulanmıştır. Buradan hareketle Tanzimat
Edebiyatı’ndaki kadın imgesinin türlü yönlerden paradoksal bir durumu temsil
ettiğini söyleyebiliriz. İncelediğimiz dönem, Osmanlı açısından kimi çevrelerce
düşüş olarak adlandırılsa da özünde bir dönüşüm ve değişim dönemidir. Şimdi;
toplumsal ilişkiler, kadına yüklenen anlam, kadın kimliğinin arayışı ve
bunalımı açısından son derece yoğun tahliller ve örneklemeler içeren Felatun
Bey ile Rakım Efendi romanını ele alalım.
1875 yılında Ahmet Mithat Efendi tarafından
kaleme alınan roman, batılılaşmaya çalışan ve aynı zamanda bir dönüşüm ve
değişim sürecine tanıklık eden imparatorluğun sosyal ve kültürel çehresini de
göz önüne sermektedir. Eser, Tanzimat Dönemi’nin sonlarında kaleme alındığı
için, dönüşüm ve değişim sürecinin tanıklıklarının birikmiş bir yansıması
olarak da değerlendirilebilir. Bu dönüşüm ve değişim, çarpıklıkları da
barındıran bir dönem olarak öne çıkar. Çağdaşlaşma ya da modernleşme olarak
adlandırdığımız bütüncül süreç, Avrupa coğrafyasına hapsedilmiş; hatta
çağdaşlığın koşulu Avrupalı insan gibi düşünmek ve eylemek olarak görülmüştür.
Romanın yazarı Ahmet Mithat Efendi, çarpıklıkların ve Batı fetişistlerinin algı
yönetimlerine adeta yanıt olacak biçimde Batılıların Türk kadınına bakışını
şöyle anlatır: “Zannolunur ki bu vücut kendi hânesinin sâhibesi, zevcinin
zevcesi ve evlâdının vâlidesi değil belki yalnız hâne sâhibi olan erkeğin
huzûzatında (insanın hoşuna giden şeyler) hizmetkâr bir eğlencesidir. Ne büyük
hata!” (Okay 1991: 161).
Gördüğünüz üzere, batı fetişizminin esiri
olan Felatun Bey karakterine yanıtı, karakterin yaratıcısı Ahmet Mithat Efendi
veriyor. Felatun Bey karakterinin
gözünde kadın cinsel bir nesne muamelesi görmekle kalmaz, yanı sıra kadının
varlığı salt cinsel kimliğine dayandırılarak küçük düşürülür. Felatun Bey için,
kadının toplumda yer alabileceği başat statülerden biri metresliktir. Avrupalı
lordların ve asillerin o ihtişamlı ve altın kaplamalı yaşam biçimlerinin dikkat
çeken unsurlarından olan metreslik. (!) Dolayısıyla Felatun Bey, Türk kadınına
metres rolünü yakıştırırken, onun tarafından cahil ve geri kafalı olmakla
suçlanan ve hakaretlere maruz kalan Rakım Efendi, Çerkes kökenli bir cariye
olan Canan’a iyi huyluca davranmaktadır. Bu bağlamda, romanda iki kadın
imgesinin ve bu iki imgeyi oluşturan zihniyetlerin çatışması ortaya çıkar.
Aslında, Felatun Bey’in önerdiği kadın imgesi Osmanlı toplumunda sırça köşklere
hapsolan; Batı’yı ve Batı’nın ulusal kültürümüze, manevi ve tarihsel birikimimize
uyuşmayan yaşam biçimini kutsayan beyefendilerin zihnindeki ve eylemindeki
kadın imgesini temsil eder. Bu imgeye karşıt olarak, Rakım Efendi’nin Canan
üzerinde somutlaştırdığı imge ise ideal Türk kadınının temsilidir adeta. Piyano
çalar, piyano dersini Fransız bir müzik eğitmeninden alır ama Fransız müzik
eğitmeninden piyano dersi alması Canan’ın özünden vazgeçmesinin ve toplumuna,
toprağına yabancılaşmasının koşulu değildir.
Öte yandan, Felatun Bey’in kız kardeşi
Mihriban’a bakalım. Onun durumu da ağabeyinden farklı değildir. Mihriban, Türk
kadının gelenek ve göreneklerini küçük görür. Öyle ki dikiş dikmek bir kadın
için aşağılayıcı işlerdendir Mihriban’ın gözünde. Bununla birlikte, ağabeyinin
kadına biçtiği metres rolüne ses çıkarmaz. Mihriban karakteri, kimlik bunalımının
ve arayışının somutlaşmış halidir. Yaşam biçimindeki dengesizlikler onu arada
kalmaya itmiştir. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi pek sevmez ama okuyormuş gibi,
dinliyormuş gibi davranmayı da pek sever. Piyano çalmayı sevmez ama piyano
çalmak o dönemin statü göstergelerinden biri olarak kabul edildiği için
zorlanarak da olsa piyano dersleri alır. Bunca işi gücü arasında! Yetiştiği ve
doyduğu toprakların tarihinden, birikiminden ve derslerinden bihaber şekilde
hiç görmediği, izini sürmediği kasabalarda yaşayan kadınlara cahil yaftasını
vurabilmektedir. 1876’da Ahmet Mithat Efendi’nin can verdiği Mihriban karakteri
bugünün Türkiye’sinde size birçok kişiyi hatırlatıyor öyle değil mi? Batıcı
olup, bizdenmiş gibi davranmayı yeğleyen tayfadan bahsediyorum elbette: Kitap
okuduğu, klasik müzik dinlediği, tiyatroya gittiği için kendine paye veren,
bütün bunları özüne yansıtmamasına ve statü kazanma istenciyle yapmasına
rağmen; bunları yapmayanları veya yapamayanları hiçbir koşulu göz önüne almadan
aşağılayan sözüm ona aydınlarımız!
Canan ve Mihriban… Öz ve yabancılaşma,
bilinç ve taklit, irade ve boyunduruk ve dahası… İki zıt imge büyük
çarpışmaları temsil ediyor. Aidiyetlerinden sıyrılmış, kendini toplumdan
soyutlamış, -mış gibi görünen -mış gibi yapan anlayışlar bütünü ve diğer yanda
özüne bağlı, varlığını oluşturan kökenin farkında olan, toplumu yaftalamayan;
toplumun içinde, toplumla birlikte var olabilmenin savaşımını veren, bunu
yaparken toplumu küçümsemeyi değil anlamayı tercih eden anlayışlar bütünü.
Gelin Felatun Bey’e kulak verelim: Hanıma kendini yarandırmak mümkün olmaz.
Nazı çekilmez. Şakası lezzetsiz. Bilirsin ya a kardeş, bilirsin ya! Ama bir
cariye al. Artık bizim gibi serbest, hür adamlar bir esirden ne lezzet
alabilir? Kim bilir gönlü kimdedir! Esirin olduğu için sana râm olmağa (boyun
eğmek) mecburdur.” (Felatun Bey ile Rakım Efendi, 74) Burada, Batı’nın gemisine fesle binip birkaç
dakika sonra fötr şapkayla gemiden inenlerin somutlaşmış hali olan Felatun
Bey’in Türk kadınına Canan karakteri üzerinden bakış açısını görmekteyiz.
Felatun Bey nazarında; ahlaklı kadın itaat etmek zorunda olduğu için ahlaklı
olmayı tercih eden kadındır. Dikiş dikebilen kadın nazı çekilmez, şakası
lezzetsiz olan kadındır. Şakası lezzetli kadın ise tıpkı Mihriban gibi –mış
gibi yapanlardır. Felatun Bey’in böylesine tekdüze bakış açısına şaşırıyor
muyuz? Hayır. Çünkü kendileri sırf itibar ve statü kazanmak uğruna Platon’dan
esinlenerek Eflatun adını kullanmaya başlamıştır. Ama Platon hakkında çeyrek
bilgisi dahi yoktur.
Canan ve Mihriban karakterlerinde kadının
varoluş ve ayakta kalabilme mücadelesi üzerinden de toplumsal iletiler
okuyucuya aktarılır.
11) Kadın;
donanımlı, eğitimli ve özüne bağlı kimliği ile topluma öncülük edebilme
potansiyelini kazanır.
22) Kadın;
dönemin toplumsal yapısı göz önüne alındığında bilinçsizce ve pervasızca
yaratılan doğu-batı ikileminin içine hapsedilmeye çalışılmıştır.
33)Kadına
–mış gibi yaparak eylemesi batıcılığın hücrelerine hapsolan erkek tarafından
salık verilir.
44) Kadın,
cinsiyeti üzerinden şekilci bir anlayışla geride tutulmaya, hor görülmeye
çalışılmıştır.
55) Kadın,
toplumun temel direklerinden olan Türk geleneksel aile yapısının koruyucu ve
yol gösterici karakterinden uzaklaşmaya, toplumda haz temelli uzuv görevi
görmeye itilmiştir: Bakınız; Felatun Bey’in Canan’a yönelik esirlik(cariyelik)
durumunu da algılarla oynayarak yaptığı
küçük düşürücü ve aşağılayıcı yakıştırmalar
Felatun Bey ve
Rakım Efendi romanı, Tanzimat Dönemi’nde kadın imgesinin sıkıştırılmışlığını,
hapsedilmişliğini, hor görülmüşlüğünü, Batı’yı tercih etme zorunluğunu temsil
eder. Bunlar Felatun Bey’de somutlaşan erkek karakterler eliyle yapılır. Söz
konusu kadın Batılılaşmanın esaretini reddeden kadındır. Öte yandan, bu roman
kadının şeklen yüceliğini, Avrupa’nın ihtişamlı salonlarındaki zarafetini (!)
de temsil eder. Buradaki kadın ise salt eğlence ve haz temelli eylemlerin
arasında bocalayan kadındır; çarpıkların ve yabancılaşmanın boyunduruğuna
girmiştir. Mihriban karakterinde anlamını bulur.
0 Yorumlar