Türkiye'de Kar Manzarası ile Hayran Bırakan 15 Şehir - Çam Termal Otel
  
  O yıl kış çok uzun sürdü. Arşınladığım yollar hep aynıydı. Eğer ki koskoca Dünya haritasında kış boyu gittiğim yerlere her gittiğimde incecik bir çizgi çizilseydi, en sonunda kalın, işte şu hanımın ördüğü kalın kazağım kadar kalın kara bir çizgi olurdu haritada. Memuriyetten eve, evden Nizam Beylere, belki oradan eve, sabahları yeniden memuriyete, yeniden eve, yeniden Nizam  beylere, belki yeniden eve, yeniden yeniden yeni… Kara kışta gri şehirde kış boyu iki üç gün boyu kar yağdı. Şehir bembeyazdı. Yollar kapandı, tatile girdik. Beyazlığı görmemle içimin ışıması bir oldu, evdeydim. Evde eskiden, evli olmadan önce sevdiğim işleri yaptım gün boyu. Pencere kenarında üniversite yıllarımdan kalan kitaplarımı okudum, pul koleksiyonumu düzenledim, koleksiyondaki eksikleri özenle belirledim, radyoda çalan sevdiğim şarkıyı dinlerken kahvemi höpürdettim. Hanım ev işlerindeydi. Bir ara hafifçe arkadaşlarından birini ziyarete gideceğini seslendi. ‘’Bu karda, kıyamette…’’ dememe varmadan çıkmıştı. Gün, karın üstünü kapatan siyah geceye dönerken zamanı durdurmak istedim. Hayır, hayır! Kirletmeyin beyazı, hayır! Nafile. Gece çöktü ve tek günlük ferah bir yaşam sona erdi. İşte böyle geçen iki üç gün dışında o yıl kış çok uzun sürdü. Kış başlarında akşamları eve doğru hızlı hızlı yürürdüm, acıkırdım çünkü, açlığı hissederdim. Dışarıdaki ayazdan da evin sıcaklığına sığınmak isterdim. Sığınak. Evlenirken birbirlerinin sığınağı olacağını düşünmüştü. Sıcakta ve soğukta, gündüzde ve gecede, yazda ve ayazda hep gidebileceği varabileceği evi, sığınağı, eşi olacağını düşünmüştü. Şimdiyse eve gidince yorgun ve solgun bir yüzün bıkkın hoşgeldinleri vardı. Dışarıdaki soğukta biraz daha yürüyebilirdim. İştahım kapandı. Böylece artık aceleye yer vermeyecektim hayatımda. Memuriyette bile yetiştirilmesi gereken bir iş olduğunda mesai saatlerini aşıp, uzun uzun çalışmaya başladım.

    Düz bir çizgi halinde ilerliyordum. İlerliyordu bakışlarım. Düz, dümdüz. Kuru soğuğun amansız rüzgarı penceremden seslenince dışarıya anlamsız bakışlarla bakardım. Çamların savruluşu, insanların paltolarına sarınması,  sokak köpeklerinin yemek bulma çabaları, dükkan sahiplerinin dışarıdaki mallarını özenle çabucak içeriye taşımaları, hareketler, kıpırdanmalar, hareketler. İçlerindeki yaşama tutunmayı, yaşamın zorluğuna göğüs gerip hayatlarını bu zorluğa karşı korumalarını izliyordum. Saman alevi kadar bile olsa hissetmeye çalışarak. Kış boyu. Devrilirken kış, şubattan marta geçerken martın ortasında bile cemre düşünce suya, havaya, toprağa. Derken ılık bir hava, güneş açıyor toprak yeşeriyordu. Ama kime bu yeşermesi? Nafile.