Polonya’da
Bir Kuş Var ilk romanı. Türkçe’ye Sevgi Tamgüç’ün
çevirisiyle bu isimle girdi Yapıtın asıl
adı, Avrupa Eğitimi (Education
Europeene). Onu hızla edebiyatın tahtına oturtan roman. Aslında 14 yaşında
geldiği Fransa’da bir direnişçi olmanın da ötesinde bir kahraman. 20. yüzyılın
en çok satan Fransız romancısı. İnsanı içine alan edebiyat kabiliyeti, okurken
düşündüren ve insanı varlığıyla sorgulatan felsefi ve devrik anlatım tarzıyla olağanüstü
bir sanatçı. Kendi zanaatını jargonunu bulmuş biri: Emile Ajar. Peki neden
dünya çapında diğer edebiyatçılar kadar ün yapamadı? Acaba “Fransa’ya Özgürlük”
sloganlarıyla II. Dünya Savaşına bir pilot olarak katılmasından mı? Yoksa
insanlığımızı sorguladığımız özgün eleştirel üslubundan mı? Belki de içlerinde
Sophia Loren gibi ünlülerin de bulunduğu geniş bir Hollywood çevresine sahip
diplomatik kişiliğindedir.
Bulunduğu yüzyılın en ilgi çekici,
tuhaf, entrika dolu ve edebi becerisi yüksek karakterlerinden biri olan Emile
Ajar aslında bir Romain Gary, diplomatik konumu ve sinema sektörünün hem
direktörlerinden hem de yüksek sosyetesindeki sosyal kimliğinden dolayı bazı
romanlarını bu takma adla yazdı. Derin gözlem yeteneğini ve güçlü kalemini ilk
fark eden annesiydi ve bir yazar olmasını en fazla isteyen kişiydi,
ifadelerinde sadece annesinin arzusunu yerine getirmek için yazdığını da söylemiştir.
Gary, 1914 yılında Litvanya’nın Vilna
kentinde bir Yahudi olarak dünyaya geldi. Onu Fransız edebiyatının kahramanı yapan,
iki kez Goncourt ödülü alan tek romancı olmasıydı. Tabi bunu takma adlarıyla
bir dalavereci olarak değerlendirmezsek. Bu ödülün iki kez dünyada tek sahibi
olması onun hayran kitlesi kadar düşman kitlesi de kazanmasına sebep oldu. Bu
ödülü de öyle ömrünü masa başında tüketerek falan almadı, doğal bir sanatçıydı.
Stephane Hessel onun için şunu söylemiş: “Yaşadığı yüzyıl ile ölüm dansı yapmış,
her türlü entrikaya karışmış bir aydındır.” Felsefi dili bize romanlarının mı
bir hayat, yoksa onun hayatının bir roman mı olduğunu düşündürüyor.
Goncourt Akademi Edebiyat ödülü,
Natürist akımın önemli temsilcilerinden Fransız yazar ve eleştirmen Edmond De
Goncout’un vasiyetiyle kardeşi tarafından kurulan bir edebiyat akademisi. 1903
yılından bu yana her yıl Kasım ayında Paris’te Gaillon Meydanındaki 16-18
numaralı Drouant restoranında yılın en iyi ve en yaratıcı romanlarına sadece
bir kez verilen bir ödül. Gary, kendi adıyla yazdığı Cennetin Kökleri romanına
ve Ajar takma adıyla yazdığı Onca Yoksulluk Varken romanıyla bu ödüllerin
sahibi olur. Kendisi almaya gitmez, onun adına Paul Pavlowith alır. Takma
isimle yazdığı tüm yazı ve romanlar ancak intihar sonucu gerçekleşen ölümünden
sonra yayınlanan Vie et Mort d’Emile
Ajar isimli otobiyografisindeki itiraflarında ortaya çıkar.
Gary, Fransa’da Hukuk okudu. Savaş
dönemi, bir Yahudi’ydi ama kaçmadı ve bir savaş pilotu oldu. 200 savaş
pilotunun sağ kalan beş kişisi arasındaydı. Çıkışını yaptığı 1945 yılındaki Avrupa Eğitimi romanının yayınlanmasıyla
aynı tarihe rastlar onun Dışişlerindeki diplomatik pozisyonu. Kendisini Los
Angeles başkonsolosluğuna kadar taşıyan bu süreç son noktası olur, siyaseti
bırakır ve kendini sanatına adar. Bir John Lennon, Jean-Paul Sartre ve Charles
de Gaulle hayranı olduğunu her fırsatta dile getiren Gary’nin çok sayıda
eserinin ve yazısının İngilizceye çevrilmemiş olması Anglophone dünyasında
yeterince tanınmamasına sebep olsa da LA’deki tüm anti-semitizim için eleştirel
yazılarını İngiliz dilinde yazmıştır.
Bu yazarın iki Goncourd ödülüyle
sınırlı kaldığını sanmayın, Fransa’da en çok satanlar listesinde olan La Vie devant soi de dahil olmak
üzere 30’dan fazla ödüllü deneme, oyun, anı ve kurgu üretmiştir. Son romanı Uçurtmalar, modern klasikler arasına
girmiş ve dilimize de maalesef kötü bir çeviriyle aktarılmıştır.
Yerimiz, büyük aşkı Jean Seberg’den
ve onu anlattığı romanlarından bahsetmek için kısıtlı ama en etkileyici ve ona
ikinci Goncourt edebiyat ödülünü kazandıran Onca Yoksulluk Varken’den söz etmeden geçmeyelim; başarılı bir Vivet
Kanetti çevirisiyle. Romanı sayfaların içinden kendimi alamayarak okudum.
Avrupa’nın arka sokaklarında olan biteni, ayrımcılığı ve batının çifte standardını
gözler önüne seriyor. Gary’nin idealist, masumiyet kaybını vurgulayan ve
kahramanlık temaları burada da çok var. Dram var. Dil mühendisliği var. Bunu
ancak kitaptan alıntılarla hissettirebilirim: Betimleme ustalığını,
entelektüelliğini ve hayata felsefi bakışını. İfade ustalığı beni gerçekten
sarstı. Baş anlatıcı on yaşında; bu açıdan Sallinger’in Teddy öyküsünden iyi. Zarf ve bağlaç çokluğu da anlatıcının
yaşından, buna da ustaca yer vermiş.
Madam Rosa (romanın baş kahramanı) yüzeyinden ötürü sığamıyordu içine,
hatta gariptir, bu kadar yalnız bir insanın onca geniş bir yüzeyinin olması…
Köpeğimi sattım. 500 frangı aldım, bir lağım deliğine attım. Sonra
kaldırıma oturdum, yumruklarımı gözlerime bastırıp danalar gibi ağladım, ama
mutluydum…
Bence en iyi uyuyanlar dürüst olmayanlardır. Çünkü hiçbir şeyi
takmazlar, oysa dürüst insanlar her şeyi dert edinirler, gözlerini kırpmazlar.
Dürüstlük böyle bir yüktür…
Dublaj odasındaydım, tersine bir dünyaydı ve şu anasını sattığımın
dünyasında gördüğüm en güzel şeydi. Yaşamımı geriye doğru dublajlamak istedim,
10 yaşından nereye geri gideceksem. Bir çocuk değilim ben. Bir orospunun
oğluyum. Babam anamı öldürdü, bunu öğrendiğiniz an her şeyi öğrendiniz hayatta
demektir ve artık bir çocuk sayılmazsınız…
Mösyö Hamil, sözcüklerle insanı öldürmeden her şeyin yapılabileceğini
söyler ve der ki umutsuzluğu dansa kaldır…
Kapının önünde oturmuş zamanın geçmesini bekliyordum, ama zaman her
şeyden daha yaşlıdır pek yavaş ilerler. İnsanlar acı çekince gözleri büyür,
içi, bebeği değil resmen dışı…
İçim altüst oldu ve dehşet bir şiddete tutuldum. Ta içimden geliyordu.
İşte en kötüsü budur. Dışarıdan kıçınıza tekmeler inince kaçabilirsiniz. Ama
böyle bir şey içeriden geldi mi kaçmak olası değildir. Böyle bir şeye
yakalandın mı gitmek, bir daha hiçbir zaman hiçbir yere dönmemek isterim. Sanki
biri oturuverir içime. Çığlıklar atmaya kendimi yerden yere vurmaya başlarım,
dışarı çıkabilmek istediğimde başımı çarpar vururum ve beceremem, bacakları
olan bir şey değildir bu, insanın hiçbir zaman bacakları olmaz içinde…
Yüzleri her an değişen, her bir yana kaçan, yaşamlarında iki kez arka
arkaya aynı suratları olmamış adamları sevmem ben. Sahte jeton derler bunlara
ve tabii onların da kendilerine göre nedenleri olmalıydı, kimin yoktur ki, herkes
gizlenmek ister ama yemin ederim size bu adamın öylesine sahteleşmiş bir hali
vardı ki neler gizlediğini düşünmeniz bile tüylerinizi diken diken etmeye
yeterlidir.
Bana kalırsa eciş bücüş yaratılanlar gerçekten büyük bir gereksinim
içindedirler, bu yüzden kendinizi onlara kabul ettirmeniz çok daha kolaydır…
Kaçmak yoktur hayatta sadece orada olmamak içindir
her şey…
Doğa aklına eseni yapar, üstelik ne yaptığını bilmez, bazen çiçekler
kuşlar bezen de 6. kattan artık merdivenleri inemeyen yaşlı Yahudi’dir…
0 Yorumlar