ASBÜ Seminerleri: Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı "Toplum, Tarih ...

Yokuş:Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Ben 1960-1968 yılları arasında Talas Amerikan Orta Okulu ve Tarsus Amerikan Lisesinde orta öğretimi gerçekleştirdim. 1968 yılında o dönemde sosyal bilim okumayı amaçlayanların temel tercihi olan Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdim. Dönemin en başat disiplini siyaset bilimi idi. Doktoramı aynı fakültede tamamladıktan sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışmaya başladım. Bir başka deyişle siyaset bilimci olmayı amaçladım, bunun sosyoloji bilmeden olamayacağını, tarihsel perspektif olmadan da toplumun anlaşılmayacağını zaman içinde kavradım. Orta öğretimden itibaren de toplumu anlamanın yolunun aynı zamanda edebiyat ve sinemayı, bu toplumun edebiyatını ve sinemasını kavramaktan geçtiğini de fark ettim. Ve toplum hakkında düşünürken değişik alanlardaki birikimden yararlanmak gerektiği aşikâr. Evrensel düşünsel birikime açık ve kendi toplumunu sarıp sarmalayan bir birikimin gerekliliği ortada. Bizim Köy, Türkiye’nin Düzeni, Sosyalizm ve İslamiyet ve Devlet Ana bizim kuşağı etkileyen en öne çıkan metinler arasında oldu. Temel dert Türk toplumunu anlama ve ağırlıklı olarak dönüştürme eğilimi. Sözü edilen sınırlı sayıda metin de bu amaca dönük olarak yayınlanmış.


Yokuş:Türk düşünce dünyasının önemli isimlerine dair çok değerli portreler ortaya koymuştunuz. Sizce Türk aydınının genel veya ortak bir portresini çıkarmak mümkün olsa, en temel özellikleri neler olurdu?

Türk aydınının ortak bir portresini çıkarmak oldukça zor. Bir gelenek yokluğu temel özellik. Ancak güncel siyasete teşne olmak temel bir özellik. Bir başka nitelik de birey olarak değil bir grup içinde ve bir gruba yaslanarak konuşmak. Toplumu olduğu yerde tutmakla bir hedefe dönük olarak dönüştürmek mantalitesi birbirinden hiç de farklı değil. Muhafazakârlığın ve toplum mühendisliğinin mantalitesi pek değişik değil. Kemalizmin ve Leninizmin çok fazla önemsenmesinin arasında mantalite olarak hiçbir fark yok gibi görünüyor. Bir de siyasete teşne olunduğu için zaman içinde düşünsel ve siyasal tercih farklılığı görülüyor. Şevket Süreyya gibi sürekli değişiklik Türk aydınının alameti farikası. Ancak bu genel çerçeve dışında kendi özgül, kendi özgün sesleri olan aydınlar da var. Her değişik düşün çevresinden tüketici olmayan sayıda örnek vermek gerekirse işte sinirli sayıda ad: Kemal Tahir, Sabri Ülgener, Doğan Avcıoğlu, Sezai Karakoç, Erol Güngör, İdris Küçükömer, Niyazi Berkes, Şerif Mardin.


Yokuş:Bu temel özellikler etrafında sanat alanında bir Türk aydını birikiminden söz edebilir miyiz?

Birikimden söz etmek güç. Bir gelenek tepkisi var. Her dönem yeni, yepyeni düşünceler gündeme giriyor. Bakıldığı zaman her yeni dönemde bir düşünsel grup içinde olanların geçmiş dönemdeki düşünsel kökenlerine eleştirel bir çerçevede baktıklarını saptamak mümkün. Yeni dönem solcuları geçmiş dönem sosyalistlerini/komünistlerini muhafazakâr ve milliyetçi olarak nitelemektedir. İslamcı muhafazakârların da 1960’lı yılların İslamcı muhafazakârlarını milliyetçi olarak niteledikleri görülmektedir. Ayrıca 1980’li, özellikle de 1990’lı yıllardan itibaren sosyalistler ve İslamcı muhafazakârların siyasi güncel meseleler dışında Türkiye’den bütünüyle soyutlandıkları ve fakat 1960’lı yıllar entelektüellerinin Türkiye’yi tanımak açlığı nedeniyle Türkiye üzerine odaklanmaları buna karşın evrensel düşünceye yeterince açık olmadıkları fark edilmektedir. Zaten bu düşünsel farklılaşma da Türkiye’nin toplum yapısının özgünlüğü ya da Batı toplumlarıyla benzerliği ekseninde oluşmuştur. Aslında milliyetçilik meselesinin temel tartışma konusu olması da bununla bağlantılıdır. Örneğin modernistlerin dar siyasal meselelerle bağlantı dışında Türk aydınıyla bir ilgileri yoktur. İslamcı- muhafazakârların da zaman içinde Türk düşünce hayatıyla mesafesi fazlalaştı. Ve yaygın bir şekilde Türkiye’de özgün düşünce olmadığı şeklinde bir kanaat oluştu. Son dönemin başat yaklaşımı milliyetçilik eleştirisine ve Batı düşüncesine teslim olmakta somutlaşmaktadır. Bunlara karşı direnç, 1960’lı yıllarda olduğu gibi gelişkin bir mahiyette olmayıp, daha sathi bir çerçevede seyretmektedir. 1960’lı yılların temayülüne yatkın Kemalist, sosyalist, milliyetçi, İslamcı düşünceler bu dönemde daha sathi kalmaktadır. Düşüncenin ana ekseni de yeni dönem ürünlerini/metinlerini şekillendirmektedir. Memlekette bariz bir düşünsel iktidar vardır. Ve Türk aydını da uyumlu olduğu için bunun kurallarına tam tekmil uymaktadır. Ya da en azından bu meseleyi ıskalayarak düşünce beyan etmektedir. Düşüncesi kendi şahsi damgasını taşıyan entelektüel/aydın son dönemde yok denecek kadar azdır. Marjinal denebilecek, dar grup otoritelerinin dışında aydın yok gibidir. Yukarıda adları anılan entelektüellerin hepsinin kendi özgün düşünceleri vardır ve tahlillerinde belirgin bir tarihsel boyut bulunmaktadır.


Yokuş:Sizin aydın tanımlamanıza göre bugünün aydınına düşen en büyük sorumluluk ne olabilir?

Sanat alanı da nedense düşünsel alanın kapsayacağı, şekillendireceği bir alan olarak düşünülmüştür. Bir alt alan olarak görülmüştür. Dolayısıyla bir tarz kültürel iktidarın şekillendirmesi söz konusudur. Bu noktada Yalçın Küçük’ün Üç Beş Kişi romanı, Adalet Ağaoğlu’nun romanı hakkında söyledikleri meseleyi anlaşılır kılmaktadır. Bu durum yukarıda belirtilen sıralamayı kabullenmiş ve yaygınlaştırmış gibidir.

Bir kere Türkiye’de akademik anlamda düşünce alanı meselelerin maddi boyutuyla ilgilidir. Türkiye’de eski dönemde gerçekleştirilen sosyolojik çalışmaları bu çerçevede düşünmek gerekmektedir. Tarih çalışmalarının da askeri ve siyasi tarih üzerinde odaklandığı için kültür meselelerini ıskaladıklarını ya da kültür meselelerine teğet geçtiklerini anlamak lâzımdır. Türk düşünce hayatının kültür boyutunu anlamlandırmak bakımından sanatsal metinler üzerinde odaklanmak gerekmektedir. Türkiye’nin belki de düşünce alanının özelliği nedeniyle bir dönem Kemal Tahir’in biraz Ahmed Midhat Efendi, Murat Belge’nin de daha geç bir dönemde sosyalist Ahmed Midhat Efendi olmak gerekir demesinin üzerinde durmak anlamlıdır. Bu husus edebiyat ve sinemanın işlevini belirgin olarak öne çıkarmaktadır.
Türkiye’nin meselelerine daha sahici ilginin sanat eserlerinde somutlaştığı görülmektedir. Dolayısıyla aydın tahlili de Türk edebiyatında daha gerçekçi bir şekilde yapılmıştır. Bu anlamda Ahmed Midhat Efendi, Recaizade Ekrem ve Hüseyin Rahmi’nin metinleri önemli izler bırakmıştır. Türk aydınını tanımlamak bakımından Araba Sevdası’nın alafranga züppesi, Çalıkuşu’nun Feride’si ve Yaban’ın münevveri hakikaten açıklayıcı öneme sahiptir. Berna Moran’ın bir romancının derinliğinden beslenen “Alafranga Züppeden Alafranga Haine” tespiti aydını değişik rengiyle, renkleriyle görmek olanağını sağlamış gibidir. Hüseyin Rahmi’nin ölümünü müteakip Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Mecmuası’nda yazar hakkındaki inceleme yazıları dönemin romancılarının akademisyenlerle bakış açılarının ne kadar örtüştüğünü göstermektedir.

Yakup Kadri’nin Yaban romanı bir biçimde bizim köy eksenli gerçekçi romanımıza ve başka romanları özellikle de Panorama tarihsel mahiyetteki edebiyatımıza kaynaklık eder. Onun edebiyat dışındaki metinleri, bu arada “Büyük İnkılap Küçük Politika” başlıklı denemesi müthiş bir dönem eleştirisi, olağanüstü gelişkin bir modernleşme yorumudur: Peyami Safa ve Halide Edip’in Türk düşünce adamlarının metinlerinden geri kalmayan akademik olarak nitelenebilecek metinleri vardır. Edebiyatçıların bir kısmının düşünsel mahiyette metin yazmamaları edebi metinlerinde içkin derinlikli düşünceleri ıskalamanın vesilesi olamaz. Rus toplumunun ruh halini Dostoyevski’den, Türk toplumun ruh halini tarihsel boyutlarıyla Kemal Tahir’den daha iyi kavramış ve yansıtmış bir düşünce adamı aramak beyhude görünmektedir. Örneğin Türkiye’de Kemalizmin eleştirisinin de savunusunun da en muhkem metinleri edebiyatçıların kaleminde çıkmış sanatsal metinlerdir. İdris Küçükömer’in tartışma platformunda hep Yakup Kadri’yi görmek istemesi sebepsiz değildir. İdris Küçükömer’in metinlerindeki aydın yorumu da gerçekçi görünmektedir. Yakup Kadri’nin düşünceleri itibariyle son derece benimsenirken hepten yadsınmaya başlanması ilginçtir. Son dönemde Yakup Kadri üzerine bir çarpı da oryantalizm tartışmasıyla konmuştur. Türk düşünce ve edebiyat alemindeki yeni dönem Edward Said’in 1978 tarihli Şarkiyatçılık kitabından esinle biraz gecikmeyle başlamıştır. Edward Said’in Entelektüel kitabındaki entelektüelin marjinal olması ve kendi sesinin tınısı olması gereğine hiç mi hiç dikkat edilmemiştir. Geçmişteki her aydını oryantalist olarak niteleme eğilimindekiler ürettikleri düşünceler ve yaşantılar itibariyle ruhen oryantalisttirler. Türkiye’de en marjinal görünen aydınların dar siyasal tercihlerin takipçileri oldukları o kadar nettir ki.

Türkiye’de edebiyat ve sinema ürünleri aydını tanıma ve anlamlandırma bakımından zaman zaman sezgiye de yaslanan ciddi tahliller yapmaktadır. Akademik alan bu anlamda kültürel dünyayı yapay bir şekilde anlar anlamaz Frankfurt Okulu ve İngiliz Kültürel Çalışmaları doğrultusundaki metinlerle doldurmaya çalışmaktadır. En gelişkini serbest çeviri olan metinlerle dünya ve memleket ahvalini anlamak çabası nafiledir. Türkiye’deki akademik metinlerin büyük ölçüde tercümeye yaslandığı ve telif metinlerin büyük oranının alıntı ya da çalıntı olduğu düşünülürse umutvar olmanın şartları yok gibi. Türkiye’de akademik hayatı değerlendirme bakımından biraz kapsamı genişletildiği takdirde Tarık Buğra’nın Gençliğim Eyvah’taki anlatımı ve Eyüp Aygün Tayşir’in Tuhaflıklar Fabrikası romanı müthiş gerçekçi görünmektedir. Tabii Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak’la başlayıp Hayır’la biten üçlemesi müthiş sahici bir fotoğraf vermektedir. Tabii ki akademik alan dışındaki telif düşünsel metinlerde ve sanatsal ürünlerinde aydın eleştirisi ve aydın savunusu Türkiye’nin kültürel fotoğrafını gerçekçi bir şekilde verir. Lütfi Akad’ın Esir Hayat’ta züppe desinatöre “konuştuğun gibi çiz” ikazı özgünlüğün ve yerliliğin en güzel işareti olarak kendisini göstermektedir.

Türkiye’de üretilen düşünsel ve sanatsal metinlerin hedeflerinin bu coğrafyaya mı yoksa dünyaya mı açılmak olduğu ciddi şekilde düşünülmelidir. Türkiye’de akademik hayat yabancı dilde yazmayı, dolayısıyla yabancı dilde düşünmeyi beraberinde getirmektedir. Son dönemde Türk yazarların yabancı dilde metin yazma ve sanatsal metinlerini yabancı dile çevirme hevesi, merakı depreşmektedir. Sinema alanında da benzeri bir süreç gündemdedir. Sinema alanında başta Nuri Bilge Ceylan olmak üzere birçok yönetmenin, ki bunlar arasında Semih Kaplanoğlu’ndan Tolga Karaçelik’e ve Emin Alper’den Kıvanç Sezer’e kadar birçok sinema yönetmeni festivallerde önemsenmeyi hedeflemektedir. Bizim sinema filmi çekmiş olan dâhilerimize, bilgelerimize bakıldığı zaman bunlar vasat aydınlardır. Bu tarz amaçlarına rağmen Kıvanç Sezer’in Babamın Kanatları filmi müthiş bir filmdir. Bir dönem Türkiye’de amaçlanan devrimci film yapma deneyimi düşünüldüğünde Babamın Kanatları en sade ve en çarpıcı bir devrimci film örneği olarak görülebilir. Menderes Samancılar da hayatının en başarılı rolünü oynamıştır. Filmin ne kadar evrensel mahiyette olduğunu bilemem ama bu toplumun haleti ruhiyesini o kadar güzel yansıtmaktadır ki.

Sanatsal metnin illa toplumun bir kesimini, ille aydını bire bir yansıtması gerekmez. Bir dönemler, 1960’larda Türkiye’de en fazla okunan romancı Orhan Kemal’dir. Orhan Kemal’in metinleri memleket gerçeğini daha bütünsel olarak yansıtmaktadır. Hasan Ali Toptaş, Ercan Kesal, Mustafa Çiftçi ve Hasan Harmancı’nın metinleri Türkiye’nin bütünsel fotoğrafını hakikaten neredeyse daha başarılısı imkânsız bir tarzda vermektedir. Ercan Kesal’ın bir daha Peri Gazozu düzeyinde bir metin yazamayacağı o kadar bellidir ki. Hasan Harmancı da muhafazakâr kimliğini koruyarak muhafazakâr romancı ve hikâyecilerin dünyalarından çok daha sahici bir kasaba ve Türkiye fotoğrafı vermektedir. Tarık Buğra’da sahicilik yaşantısının izdüşümü iken Hasan Harmancı’da bu durum “yazı işi”ni ciddiye almasından kaynaklanmaktadır.

Gözümüzü sanat alanına çevirmek Türkiye’nin son derece önemli entelektüelleri olan Sabri Ülgener, Niyazi Berkes ve Şerif Mardin’in belki de en gelişkin metinlerinin sanatsal ürünler ekseninde yazıldığı için de daha bir doğru görünmektedir.