HEPİMİZ
KENDİ DIŞIMIZDAKİ ŞEYLERİN TUTSAĞIYIZ
*Fernando
Pessoa
Aslında hepimiz
kendi içimizde bir hapishaneyiz, sürekli kurtulmaya çalışan ama kurtuldukça en
derine inenlerdeniz. Nedir öyleyse bizi bize hapseden, değerlerimiz mi
duygularımız mı ? Bunları düşünerek bizi hapsedenin var oluşumuz olduğunu varsayabilir
miyiz? İşte bunları düşünmemizi sağlayan, bizi boşluğun derinlerine indiren ve
orda kendimizi aramamızı sağlayan Dünya Klasikleri, bize kendi yeraltı
dünyamızı yarattı, bizi oraya hapsettiler, özgür olduğumuzu istediğimiz zaman
kurtulacağımızı söylediler ama biz hep o dünyanın derinine, karanlığına, sonsuzluğuna
indik.
İnsanın derinliğine
bir yolculuk yapalım. Orada rastlayacağımız birçok isim var, onları gerçekten
tanıyabildik mi anlayabildik mi? Belki bir çoğumuz Dünya klasiklerinde ana
karakterlerle empati kurmaya çalıştık ama bunun yanlış bir yönelim olduğunu
göremedik çünkü karakterin gözüyle bakmamızı istemez yazar, her şeyiyle,
bütünüyle bakmamızı ister. Her detayında, her çözümlemesinde bir fikir
aramamızı, orada, o olayda veya bir betimlemenin içinde olmamızı ister. Bazen
bir resim olmamızı bazen de bir kitap olmamızı. Nesnelerin içinde yani her
şeyiyle, tüm berraklığıyla görmemizi ister. Şimdi onların dünyalarını,
ütopyalarını göreceğiz. Kimdiler, ne için var oldular, ne için öldüler?
Dünya edebiyatında
özellikle klasiklerde gördüğümüz, karakterin çürümüş toplumsal değerlerle
çatışma içinde olmasıdır. Bu önemlidir zira bu karakterler putları yıkmak için
vardır. Gogol’ün Ölü Canları ya da Raskolnikov veya Sefiller’in Jan Vaeljan’ı
toplumun çürümüş değerlerine savaş açarlar. Şair haklıdır: Yolu yok Don
Kişot’um, yel değirmenlerine karşı savaşılacak diyerek Cervantes’in o büyük
eserinde yel değirmenleri işte bahsettiğimiz toplumsal düzendir. Romanda aydın
tipleri olarak adlandırabileceğimiz bu tipler işte putları yıkmak, değişimi
sağlamak için vardır. Bireyin yalnızlığı putların gölgesinden dolayıdır.
“BEN HASTA BİR ADAMIM”
“Yeraltından Notlar” Dostoyevski’nin toplumdan
dışlanmış, hor görülmüş bir adamın hayatını anlatır bize. Yeraltı Adamı olarak
adlandırdığımız bu karakter, var oluşun derin sırlarına erişmeye ve toplumun
kendine göre entegre ettiği kuralları yıkmaya çalışan ve bunu bize haykıran
biri olarak karışımıza çıkar. İçinde yaşadığı dünya incitmiştir Yeraltı
Adamı’nı. Şölen’de yer alamamış bir adamdır. Yeraltına ürkek bir “sıçancık”
gibi sıvışan, mevcut toplumsal ilişkilerindeki tıkanmışlığın nedenlerini enine
boyuna bulanık zihninde anlamaya çalışan fakat bir türlü beceremeyen bir
adamdır. Yeraltı Adamı, onu bu hale getiren toplumun değerlerine kafa tutup
isyan eder.
ULAŞILAMAYAN
OTORİTE
Joseph K, Franz Kafka’nın Dava romanının ana
karakteridir. Joseph K, Bir bankada çalışan iyi bir insandır. Sakin bir hayata
sahiptir, içine kapanık bir bekardır. Bir sabah tutuklandığını ama normal
hayatına devam edebileceğini öğrenen Josef K, neyle suçlandığı bildirilmediği
için önce bunu bir şaka zannetse de daha sonra durumun ciddiyetini anlar. Önceleri
tutuklanma nedenini merak etse de artık merak etmeyi anlamsız bulur. Bundan
dolayı tüm yaşamı davasına odaklıdır. Artık yaşamının geriye kalan bir
yılını bu davaya harcayacaktır. Aslında ortada gerçek bir dava da yoktur. Kafka’nın
burada anlatmak istediği görünmeyen bir otoritedir. Joseph K, zaten yaşamı kader, baskın yönetim ya da dünya
tarafından tutuklanmış; fakat bunun bilincine hiçbir zaman varamamış olmasıdır.
Bu gizemli baskı ise belki de otoritenin kendisidir.
BAY GOLYADKİN
Bay Golyadkin, öteki Bay Golyadkin’e şöyle
mırıldanıyordu: Nedir kişilikli olmak? Evet Yakov Petroviç, seninle benim
kişilik sahibi olmamız ne anlama geliyor? Belki de günümüz insanının kendisine çok sık sorduğu bu
soruyu Yakov Petroviç Golyadkin, ismi, görüntüsü ve sesi kendisinin tıpatıp aynısı olan
ötekine sorar. Dostoyevski’nin kalıpları yıktığı Öteki adlı eserde, giderek kentleşen toplumların kimlik
sorunları içinde bocalayacak olan bireylerinin kimlik sorununu önceden sezerek
geleceği okuyan bir Dostoyevski’yi görüyoruz.
Onlar bizim gerçek
kahramanlarımız. Kendimizi bulmamızda kendi var oluşumuzu sorgulamamızda ve en
önemlisi varlığımızı en derinine kadar hissetmemizde çok büyük etkenleri olan
bazı yaşamlar.
Suç ve Ceza: Raskolnikov
Raskolnikov Çarlık Rusyasının
çöküş döneminde yaşayan bir öğrenci ve aydındır. O kadar yoksuldur ki
eşyalarını rehin bırakmak zorundadır. Tefecilik, düşkünlük, çürümüşlük vardır
Raskolnikov’un dünyasında. O ise bireysel kurtuluşu arar tavan arasındaki
evinden. Dostoyevski karakterlerinde vardır bu. Bireyin yalnızlığı toplumsal
kurtuluşu değil bireysel tepkiyi önceler.
Sefaletin Erdemi: Jan Vaeljan
Jan Vaeljan, aydınlanmış
ruhtur. Sefilliğin dipsizliğinden, erdemin sonsuzluğuna kavuşmuştur. Hayatında
bir amaç edinerek küçük Cosette ile beraber saadeti bulmuştur. Ancak ondan öte
Jan Vaeljan’ın mücadelesi bir var olma mücadelesinden öte sefillerin sefaletten
kurtulma mücadelesidir. Bütün riyakarlıklara, hukuksuzluklara, cinayetlere ve
toplumsal düzenin aşırı bozukluğuna rağmen bir şekilde hayatta kalmıştır. Kendi
aydınlanmasını bir rahip sayesinde yaşamış ve bunu sürdürmüştür. Onu zaman
zaman da Madeleine Baba olarak biliriz romanda. Çünkü çeşitli üretim
tekniklerini iyi bildiği için kısa zamanda zenginleşmiştir ve yoksullara ekmek
kapısı olmuştur. Vicdan kararmamışsa, en koyu sefaletin içinde dahi erdem
yaşayabilmektedir. İşte Jan Vaeljan ya da Madeleine Baba bu dönüşümün
simgesidir. Jan Vaeljan bize bir insanın değişimini ve yaşadığı aydınlanmayı en
güzel şekilde gösteriyor.
Biraz olsun açıklamaya
çalıştığımız tipler ve romanlar neticede bu dünyanın ürünü. Ve hepimizin içinde
var olan duyguların, düşüncelerin ve iç gerginliğin toplumsal yaşamla birlikte
ortaya çıkması. İç gözlemi ve dış gözlemi ve yazarlarının bilincini yansıtıyor.
Tolstoy, İnsan Ne ile Yaşar diye soruyor hikayelerinde. Mucizeleriyle dolu
hikayede gösterdiği yönün dünyevilikten uzak olması ise ayrı bir tartışma
konusu ancak ortaya attığı soru her zaman tartışılacaktır.
Sahi İnsan ne ile yaşar?
0 Yorumlar